Hindistan Devriminin Aşaması Üzerine

Aşağıdaki çalışma, Hindistan toplumunun ve devletinin değişik yönleri üzerinde durmaya çalışmıştır. Sadece uluslararası mali sermayeye bağımlılığın devamlılığı ve derinleşmesi anlamında değil, aynı zamanda emperyalizmin ağır sanayi ve makine ile makine üretiminin gelişiminin geriye atılması yönündeki başarılı çabaları açısından da dünya kapitalizmi ile Hindistan arasındaki sömürge ilişkisinin 1947 sonrasında değişmediğini ortaya koymaktadır. Emperyalizm aynı zamanda, Hindistan’daki üretici güçlerin gelişmesinde geriletici faktör olan aşiret, kast ve feodalizmin kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin uzun süre devam etmesine de neden oldu. Ülkenin yarı sömürge ve yarı feodal karakteri aynı şekilde devam ederken, çok yavaş da olsa belli bir sınai gelişme de gerçekleşmiş, bu da orta derece bir kapitalist kalkınmanın yolunu açmıştır. Bu koşullarda, Komünist Parti önderliğindeki proletarya kırsal mücadeleye önderlik sağlayıncaya kadar, demokratik devrim programı geçerli olacaktır. Revolutionary Democracy bu taslak yazıya eleştiri ve yorumlar almaktan memnuniyet duyacaktır.

Sovyet yazarı A.M. Dyakov bir yazısıyla 1947’de iktidarın Hint ‘ulusal’ burjuvazisine ve toprak sahiplerine geçmesiyle, sömürgeci bağlanımına ve feodalizmin kalıntılarına dokunulmadığını tartışıyordu. Hint sanayi, Britanyalı sermayenin veya ona bağımlı büyük Hint burjuvasinin eline kalıyordu. Hindistan makine üreten bir sanayinin sahibi değildi, ki bir ülkenin ekonomik bağımsızlığını o ülkenin üretim araçlarının üretimi güvence altına alabilirdi. Britanya Hindistan’daki işletmelere araç temin ediyordu. Kaldı ki, Hindistan’ın Britanya ile ekonomik bağları öncelikle 1947’den sonra güçlendi ve Britanyalı sermaye İkinci Dünya Savaşı sırasında zayıflayan pozisyonunu yeniden ele geçirdi. Amerikan sermayesinin Hindistan’a girmesiyle de Hindistan sanayide gelişti. Yeni hükümetin mali zorluklarını değerlendirerek Amerikan tekelleri, kredilerin verilmesinin bir koşulu olarak, sanayisini belli koşullarının ulusallaştırılası durumunda, Hindistan anayasasının yabancı sermaye yatırımlarına dokunulmazlık garantisi vermesini başarılı bir şekilde talep ettiler. Hindistan’ın yeni hakim sınıfları yürütülen toprak reformlarının kırsal alanda hakim olmayı sürdüren feodalizmin kalıntılarını yoketmemesini sağladılar. Zirai sorun ve köylülüğün tefecilere borçluluğu çözümlenmedi. Hakim blok, Britanya ve Amerikan emperyalizmiyle Hinstan içerisinde varolan ilişkilerin yanında Hindistan’ın Britanya ve Amerikan emperyalizmi ile ilişkilerini sürdürmekle ilgilenen bir ittifak kurdu.

1947’den sonra Hindistan’ı bağımsız kapitalist gelişme yoluna sevkeden kökten bir değişim yaşandı mı?..

Hindistan 19. yüzyılın ikinci yarısından beri kapitalist gelişim yoluna sağlam bir biçimde girdi ve 1947’ye gelindiğinde büyük bir ‘ulusal’ burjuvazisi ve geniş bir proletaryası olan, daha çok sanayi olarak gelişmiş sömürge kategorisine ait hale gelmişti. Burjuvazinin ve proletaryanın oluşumu Asya tarzı üretimin kast sisteminden miras kalan emeğin dağılımından kesin bir şekilde ayrılıyordu. Üretim araçlarının mülkiyetinden yoksun olan modern işçi sınıfı eski toplumun tüm ana sosyal katmanlarını, hakim kastları ve emekçi kastları olan sudra ve anti-sudraları, kabileleri içeriyordu. Sermayenin geniş çaplı makine üretimindeki yüksek organik bileşimi yüzünden sanayi işçi sınıfı daha büyük bir artı-değer oranı yaratır ve bu nedenden dolayı Hindistan toplumunda en çok sömürülen sınıftır. Kapitalizm öncesi emek biçimlerinin bir yığın kalıntısı devam etmektedir. Daha 1928 itibarıyla Komünist Enternasyonal, Hindistan işçilerinin sömürüsünün yarı-köleci bir biçim taşıdığını gözlemlemişti. E. Zhukov 1947’de kast sistemi nedeniyle Hintli kapitalistlerin Bombay ve Assam bölgelerindeki düşük kast işçilerine, yüksek kasta mensup kalifiye olmayan emekçilerine verilen ücretin % 50’si oranında düşük ücret verdiklerine dikkat çekiyordu. Hintli kapitalistler düşük kasttan olanlara ve kadınlara daha az ücret ödemeye devam etmektedirler… Geri kastların sayısı daha da fazladır; işçi sınıfının o kesimlerinde yer alan Dalit ve Adivasis’ler düşük yeteneklerle, düşük ücretle ve geçicit çalışmayla görülmektediler. Bu kesimleri Hint işçi sınıfının en çok ezilen kesimlerini oluşturmaktadırlar.

Tarımda denenen kapitalizmin Prusya tarzı gelişim yolu, kapitalizm öncesi aşiretsel, kast ve feodal emek biçimlerini kalıntılarını alıkoymayı azamiye çıkaran yarı-feodal kapitalizmi oluşturdu. Köylülüğün 1861’de topraktan yoksun edildiği çarlık Rusyasında, çoğu durumda aslında bu kapitalist üretimde serbest bir emekçinin oluşması değil de, yarı-serf, hatta yaklaşık olarak bir serf olan ipotekli kiracının oluşması anlamına geliyordu. Ekonomik olmayan zorlamalardan yararlanılarak bağımlı kastlar artı-değer çıkarma oranını yükseltmek için boyunduruk altına alınmaktadırlar. Yasal asgari ücretin veya ev arazileri yükümünün uygulanması için mücadele eden Dalit tarım işçileri yüksek-kasttan toprak sahiplerinin şiddetine maruz kalmış ve hatta Belcki ve daha birçok olayda olduğu gibi diri diri yakılmışlardır. Tarımda kapitalizmin gelişmesinin bir örneği olarak gösterilen Pencap’ta Muzhabi Sih’lerinin kast baskılarının yanında, Chota Nagmur ve Bihar kabilelerinin zorlamaları ve borç-köleliği iyi bir şekilde belgelenmiştir. Gece hapisleri ve dövülmeler ekonomik baskı ve köleliğin araçları ile yanyana yürütülmektedirler. Kabilesel emeğe ödenen ücret yasal asgari ücret tarafında talep edilenin çok altındadır. Kolayca işveren değiştiremeyen uysal bir emek-gücü yaratılmasında geciktirilen aylık ücretlerden yararlanılmaktadır. Haryana ve Pencap’ta borç-köleliği, ücret sözleşmesinin içeriğinde, emeğin gelecekteki ücretlere karşı işverenlerin aşırı faizi olan borçlara maruz kalmalarına zorlanması biçiminde, emeğin taksitler halinde ödenmesi amacıyla planlanmıştır. Emekçiler ancak yeni işverenleri onların borçlarını ödedikleri yeni bir işveren için çalışmaya geçebilmektedirler. Kırsal emeğin vahim koşulları nakit ödemeye geçilmesiyle birbirlerine eklenirken kapitalist gelişim eğilimi borç-köleliğini ilerletmektedir. Doğu Hindistan kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini kendilerini begar biçiminde ve Lenin tarafından ‘serfliğin doğrudan kalıntıları’ olarak tanımlanan ve yaygın olarak hüküm süren toprak kirasının ürünle ödenmesi biçiminde ortaya koymaktadırlar. Köleleştirilmiş emek varolmaya devam etmektedir. ILO’nun 1993’teki raporunda, beş milyon yetişkinin ve on milyon çocuğun tarım, taş ocakları, halı yapımı ve ev işlerine yardım sektörlerinde köleleşmiş emek olarak çalıştığını tahmin etmiştir.

1920’de Bakü’de yapılan Doğu Halkları Kongresi sömürge ülkelerin bağımsızlıklarını korumalarının bile, devam eden emperyalizme ekonomik bağımlılık nedeniyle, o ülkelerin sömürgeci ülkelerin etkinliklerini durdurmasına yetmediğini önermiştir.

Bu noktadan hareket edildiğinde görüleceği gibi, eğer sömürge ülkeler ekonomik olarak bağımsız olmak istiyorlarsa, o zaman büyük bir sanayi inşa ederek üretici temellerini geliştirmek durumundadırlar, ve emperyalizm sömürge sistemini tekrar kurmaya çalışırken, genellikle sanayileşme politikalarına taraf olamaz. Bu soruna yönelik, Komintern’in 6. Kongresi 1928 yılında şöyle tartıştı:

‘… Bu sebepten dolayı sanayileşme, hafif sanayi gibi herhangi bir tür sanayinin gelişmesiyle sınırlanmış olmadı. Hindistan örneğini ortaya koyarak Stalin, sanayi orada gelişirken, ülkenin metropollerden ithal edilen üretim araç ve aletlerini üretemediğini işaret ediyordu; ‘bu emperyalizmin özgül yöntemidir- sömürgelerdeki sanayiyi metropol ülkeye, emperyalizme bağlı kılarak geliştirmek.’

Komintern 1928’de yapılan 6. kongresinde sömürge sorunu üzerinde yürütülen kapsamlı tartışmalarda, M.N. Roy’un teorik anlayışının etkisi altında olan bir grup Britanyalı konuşmacı, Bennett, Rathbone, Rothstein ve Palme Dutt, Britanya himayesi altına Hindistan’ın ‘sanayileşmesinin’ bir sonucu olarak, üzerinde durulması doğru olmayan Hindistan dahil olmak üzere sömürge ülkelerin emperyalizmin bir ‘tarımsal katkısını’ oluşturuyor olması fikrinin bir sonucu olarak emperyalizmin üretim merkezini sömürge ülkelerine kaydırma eğilimini geliştirdiğini güçlü bir biçimde savundular. Komintern, Hindistan’da sanayi gelişmenin belirli bir ölçüde sürerken, emperyalizmin, üretim araçlarının üretilmesine izin vermeyerek ve köylerde feodalizmin kalıntılarını destekleyerek sanayinin gelişmesine mani olduğu temelindeki bu görüş açısını, ‘sömürgesizleştirme’nin teorisi olarak niteleyip kabul etmedi. Komintern ancak demokratik diktatörlüğün kurulması yoluyla işçi-köylü devriminin sömürge ülkelerini bağımsızlık ve özgüven yoluna koyabileceğine işaret etti; sanayileşme ancak kapitalist olmayan gelişim yolunu izlemekle mümkündür.

Hindistan’ın 1947’den sonraki deneyimi Komintern’in anlayışını doğrulamakta mı yoksa yalanlamakta mıdır? Hindistan burjuvasisinin bazı bölümleri kesinlikle ekonomik gelişim sürecinde üretim araçlarının üretiminin merkeziliğinin farkındaydılar. Bu Jawarlal Nehru’nun 1953 yılında Ticaret ve Sanayi Bakanı T.T. Krishnachari’ye gönderdiği ve Jawarlal Nehru’nun makine ve demirbaşların dışarıdan hazır bir biçimde ihraç edilmesine karşı bunların Hindistan’da üretebileceğini savunduğu gizli bir döküman ile kanıtlanmaktadır.

Benzer biçimde, 1950’lerde sanayi gelişimi için tasarlanan planların hazırlanmasında tavsiye edici bir rol üstlenen P.C. Mahanobilis, ikinci Beş Yıllık Plan’ın içeriğini Hindistan’ın üreticilerin mallarını ihraç edilmesinden kurtulması için ağır sanayinin tüm hızıyla geliştirimesinin gerekliliğiyle sürdürmüştür. Üçüncü Beş Yıllık Plan ülkelerin kendilerine güvenmelerinin gelişim stratejisinin önemli bir parçası olduğunu vurguladı…

Onyıllık bir sanayinin gelişimine rağmen, Üçüncü Beş Yıllık Plan’ın sonlarına doğru üretim araçlarının üretimine genelde girilmemişti. Bunun önemli bir istisnası Hindistan’da BHEL şirketinin ağır elektik araçları üretmesiydi. Hindistan büyük ağır sanayi için gereken üretim araçlarını üretmiyordu, örneğin madencilik,petrol ve ağır makinistlikte kullanılan üretim araçlarını. Bunlar dışarıdan ihraç ediliyordu. Bunun yerine genel makina, sanayi tekstil araçları, makina aletleri, iç yanmalı motorlar, mazot motorları ve buzluklar üretiyordu. Benzer olarak, kimya sanayii gelişkin üretimle uğraşmadı fakat sabun, kibrit, yapay kumaşlar ve ecza malları üretti. Bu görünüşü doğrulayan ve Hindistan’ın elektriksel olmayan imalatını inceleyen 1984 tarihli Dünya Bankası Raporu Hinditan’ın gübre, petrokimya, petrol rafineri sanayilerinde ya da kağıt hamuru ve kağıt üretimi sanayilerindeki kontratlı projeler gibi ekonomik tasarruf birimlerini tamamlamadığını fakat termal enerji, çimento ve şeker sanayileriyle sınırlı olduğunu gözlemlemiştir. Hindistan’lı kapitalistler Sovyet neo-emperyalizmi kampı tarafından sunulan üretim araçları üretimi olanaklarını takip etmemişlerdir. Ne SSCB tarafından desteklenen Durgapur’daki Madencilik ve Birleşik Makine Korperasyonu altındaki madencilik makinalarını geliştirme programı, ne Ranchi’deki Ağır Makina İnşa Atölyesi altında her yedi yılda çelik atelyeler üretimi projesi hatta ne de Hindistan Makina Araçları’nın makina araçları üretimine başlamasına yardım etmek için Banglore’deki Makina Araçları Kurumu’na yardım etmek için Çekoslovak yardımından yararlanma planları onların işe başlaması için gereken teşviki ve desteği sağladı. Sovyet ekonomisti A.I. Medovoy 1980’ler ortasında yazdığı bir yazısında haklı olarak, her ne kadar Hindistan’ın sanayileştirilmesinde, büyük çaplı sanayide özel ve devlet yatırımlarının kayda değer olsalar da, Hindistan’ın hala sanayisinin temelini inşa etme sürecinde: üretim araçlarının üretimi sürecinde olduğu yorumunda bulundu.

Sınai gelişim, emperyalist çıkarlarla mali ve teknik işbirliği içinde yürütüldü. 1968’de yapılan Hindistan Rezerv Bankası’nın bir anketi büyük işletmelerin % 82’sinin bu şekilde kurulduğunu bulmuştur. Teknik işbirliği emperyalizmin hakimiyetinin genişletilmesinde önemli bir araç olmuştur. Hindistan, kendisinin sanayi alanında yaptığı yatırımlarının toplamından daha fazlasını teknik yardım alanında harcamıştır. Kendi-kendine güvenme politikası yerine 1956 ile 1969 yılları arasındaki sanayi gelişim yabancı sanayi tarafından finanse edilmiştir. İşçi sınıfı ve emekçi halk, sermaye doğrudan olmayan vergilerle ve hesap açığı olan maliyeyle artarken, kapitalist sanayi gelişiminin bedelini ödemiştir. Dahası, işçi sınıfı tarafından yaratılan artı-değer miktarının kayda değer bir bölümü kar, işletme payı ve borç faizleri biçiminde emperyalizme peşkeş çekilmiştir. 1971-72’de yabancı şirketlerin karı 1.7 milyar rupiyi aştı ve 1978-79 dönemine kadar 2.5 rupiye kadar yükseldi. 1969-70 ile 1976-77 yılları arasında yabancı şirketlerin havaleleri 722.6 milyon rupiden 1.2 milyar rupiye yükseldi. 1950 ile 1979 yılları yiyecek ‘yardımı’ olarak 186.8 milyar rupi borç aldı. Dış borçların % 67’si ABD’ye ve onun uluslararası örgütlerine, yaklaşık olarak % 12’si İngiltere’ye ve yaklaşık olarak % 10’u Batı Almanya’ya idi. 1984’e gelindiğinde ülkenin borcu ulusal gelirinin % 25’ini geçmişti ve 1950-51 ile 1978-79 yılları arasındaki borç ile faiz ödemeleri de 78.5 milyar rupi civarındaydı. Borç ödemelerinin kazanca oranını gösteren indeks son birkaç yılda yükseldi. Borç ödeme katsayısının % 15-20’yi geçtiği durumlarda, bunun ekonomik gelişmeyi geciktiren bir etken olduğu kabul edilmekte ve istatistikler bunun son yıllarda aşıldığını ortaya koymaktadır.

Türkçe materyaller listesine dönmek için buraya tıklayın.